19 Kasım 2015 Perşembe

Bakteriler İlaçları Yendi: 'Antibiyotik Kıyameti' Geliyor!?


Tüm diğer tedavilerin işe yaramadığı durumlarda kullanılan en güçlü antibiyotiklere de dirençli bakteriler bulan biliminsanları dünyanın "antibiyotiksiz bir hayatın" eşiğinde olduğu uyarısı yaptı.

Lancet Tıp dergisinde yayımlanan bildiride son çare olarak başvurulan güçlü antibiyotiklerden Colistin'e de dirençli bakterilerin Çin'de domuz ve insanlarda görüldüğü belirtildi.
Uzmanlar direncin dünya geneline yayılabileceği ve tedavi edilemez enfeksiyonlar korkusunu yeniden uyandırdığını söylüyor.

BBC'nin sağlık editörü James Gallagher'ın haberine göre, "antibiyotik kıyameti" adı da verilen bakterilerin tedavilere tamamen direnç geliştirmesi tıp bilimini karanlık çağlara götürebilir. Sık görülen enfeksiyonlar yine can alırken, antibiyotiklere bağımlı ameliyatlar ve kanser tedavileri de tehdit altına girebilir.
Çinli bilim insanları MCR-1 adı verilen yeni gen mutasyonunun Colistin'in bakterileri öldürmesini engellediğini tespit etti. Söz konusu gen test edilen hayvanların beşte birinde, çiğ etin yüzde 15'inde ve 16 hastada görüldü.
Direncin aralarında E.coli, Klebsiealla pneumoiae ve Pseudomonas aeruginosa'nın da bulunduğu bir dizi bakteri türüne yayıldığı belirtildi.

Mutasyonun Laos ve Malezya'da da yayıldığına dair kanıtlar var.

ANTİBİYOTİK KIYAMET

Çalışmaya katılan Cardiff Üniversitesi uzmanlarından Prof. Timothy Walsh BBC'ye yaptığı açıklamada "Antibiyotik sonrası dünyanın gerçeğe dönüşmesi için tüm önemli unsurlar ortada. MRC-1 küresel düzeyde yayılırsa, ki bu artık olup olmama değil, ne zaman olacağı meselesi, ve gen kendisini kaçınılmaz bir şekilde diğer antibiyotiklere karşı dirençli genlerle birleştirirse büyük ihtimalle antibiyotik sonrası döneme geçeceğiz. Bu noktada örneğin bir hasta E.coli nedeniyle ciddi şekilde hastalanmışsa hiçbir şey yapamayacağız" dedi.

Yapay Zeka Üniversite Sınavını Geçti


Japonya'da yapay zekayla geliştirilen robot, üniversite sınavında ortalamanın üzerinde puan almayı başardı.

Gelecekte insan eliyle üretilmiş robotların, hangi meslekleri insanların elinden alacağını tartışıp duralım, bu esnada Japonya'da bir robot üniversite sınavını geçti. Japonya’da Ulusal Enformatik Enstitüsü tarafından üretilen robot matematik, fizik ve İngilizce testlerini cevaplayarak 950 puan üzerinden 511 puan alarak sınavı geçti. Japon bilim insanları, Tokyo Üniversitesi’ne giriş sınavını geçebilecek bir robot üretmek üzere çalışıyordu. Japonya’da Ulusal Enformatik Enstitüsü tarafından geliştirilen yapay zekâ neticede sınavda, normalin üzerinde başarı gösterdi. 

Todai Robot Projesi kapsamında geliştirilen robot 950 puan üzerinden 511 puan aldı. Japon öğrencilerin puan ortalaması ise 416’da kaldı. Bu sonuçla Todai Robot Zekâsı, ülkedeki 441 özel üniversite ve 33 devlet üniversitesinin bazı bölümlerine kayıt yaptırabilecek puana erişti. Ancak robotun puanı yine de Tokyo Üniversitesi’ne girmeye yetmedi. Proje uzmanları, robotun 2021’de Tokyo Üniversitesi’ni kazanacak yeteneğe kavuşacağına inandıklarını söylüyor. 
Radikal

9 Kasım 2015 Pazartesi

''Facebook'suz Daha Mutluyuz!''


Danimarkalı bilim insanlarının araştırmasına göre, Facebook’u kullanmamak insanları daha mutlu ediyor.

1095 kişinin katılımıyla yapılan bir araştırmada, katılımcıların yarısı bir hafta boyunca Facebook'u kullanmadı, diğer yarısı ise sosyal ağı kullanmaya devam etti.

7 gün sonra yapılan analizlere göre, Facebook'u kullanmayanlar, kullananlara kıyasla daha hoşnut ve dengeli hissettiklerini bildirdi.

Facebook'u kullanmayan grup, daha iyi konsantre olup, daha az stresli hissettiklerini de vurgularken, kurdukları sosyal iletişimlerden de oldukça memnundular.

Kopenhag merkezli Happines Research Enstitüsü'nden Meik Wiking, “Sonuçlar bizi şaşırttı“ dedi.
Wiking, iki grup arasındaki açık farkın görülebildiğini söyledi.

24 Ekim 2015 Cumartesi

Bu Domatesler Klasik Müzik Dinliyor!


Afyonkarahisar’da topraksız tarım uygulaması ile, jeotermal su kaynağı ile ısıtılan teknolojik serada üretilen domatesler dünyada eşine çok az rastlanan bir şekilde, “klasik müzik” dinletilerek büyütülürken, renkleri ve kokusu ile adeta cezbeden müziksever domateslerin en sevdiği bestenin ise Çaykovski’nin ölümsüz eseri “Kuğu Gölü Balesi” olduğu belirtildi.

Afyonkarahisar merkeze bağlı Fethibey Beldesinde 58 dönem arazi üzerine kurulan teknolojik seradaki domates üretimi benzer seralardan farklı olarak topraksız tarım uygulaması ve klasik müzik dinletisi ile yapılıyor. Günlük yaklaşık 10 ton domatesin Çaykovski’nin ölümsüz eseri “Kuğu Gölü Balesi” dinletisi ile yetiştirildiği sera hakkında bilgiler veren İşletme Müdürü Kerim Özcan, önce Türkiye’de yeni yeni yaygınlaşmaya başlayan topraksız tarım uygulamasına değindi. Özcan, domateslerin doğal yolla döllenmesini sağlamak için seraların içinde arıların yaşadığını aktararak, üretim aşamasını da bilgisayar sistemiyle sürekli takip ettiklerini anlattı. Topraksız tarımın Türkiye’nin artık bir parçası olmaya başladığını ifade eden Kerim Özcan, “Topraksız tarım teknolojisi Türkiye’ye yavaş yavaş girdi ve biz bu teknolojiye kurumsal bir yapı ile sahip çıkmak istedik. Şunu gördük ki, hakikaten buna kurumsal bir yapı ile sahip çıkarsak bu iş hem işletme açısından karlı, hem de yatırımcı açısından karlı. Dolayısı ile bu projeye yaklaşık 1,5 yıl ön fizibilite hazırlığı yapıldı. Sonrasında da 9 aylık bir çalışma ile inşaatı tamamlandı. Yaklaşık 1 yıldır da bir verim alıyoruz” diye konuştu.

ÜRETİMİN BAŞINDAN SONUNA KADAR BİLGİSAYAR OTOMASYON SİSTEMİ KULLANILIYOR

Özcan, topraksız tarım uygulamasında aynı zamanda bilgisayar otomasyon sisteminin kullanıldığını vurgu yaparak şunları söyledi:

“Adı üstünde topraksız tarım olan yerden yaklaşık 50-60 santimetre yukarıda duran Gather dediğimiz saksı var. Saksıların üzerinde Kokopit dediğimiz bir yetiştirme yatağı dediğimiz Hindistan cevizinin kabuğu var. Hindistan cevizinin kabuğunun üzerine domates fidesini ekiyoruz ve fidenin büyümesini bekliyoruz. Yaklaşık 13-14 metre oluyor bir ay içerisinde. Dolayısı ile çok sağlıklı bir şekilde kontrol edilebiliyor. Tamamen bir bilgisayar hükmediyor, adı üstünde teknolojik sera. Tamamen her şeyini kapısını açıyor, penceresini açıyor, gübrelemesini veriyor, suyunu veriyor. Tamamen bu sistemle yürüyor. Ziraat mühendisi arkadaşlarımız hem bu bilgisayarı kontrol ediyor, hem de bitkileri kontrol ederek sağlıklı bir verim elde etmeye gayret ediyorlar.”

“TOPRAKSIZ TARIM KONUSUNDA TÜRKİYE’DE TEKNİK BİR EKSİKLİK VAR”

Topraksız tarım uygulamasında Türkiye’de teknik anlamda büyük eksiklikler olduğunu da aktaran Özcan, “Topraksız tarım projesine el attıktan sonra biz eleman ihtiyacını gidermek için çeşitli ilanlara ilk önce bu iş başladık. Fakat üniversitelerimizde bu topraksız tarım teknolojisi ile maalesef mühendislerin yetiştirilmediğini veya bu bilgiye sahip olmadıklarını gördük. Bu konuda teknik bir eksiklik var. Dolayısı ile buna sahip çıkmak istedik. Türkiye’de ilk defa ‘atölye’ çalışması diye koyduğumuz bir çalışmaya başladık ve bir ekip kurduk” dedi.

“AFYON JEOTERMAL KAYNAĞI İLE SERA ÜRETİMİ İÇİN AVANTAJLI ŞEHİR”

Jeotermal suyun üretiminde kullanılması konusuna da değinen Özcan, “Topraksız tarım seralarında veya topraklı tarım seralarında da ısıtma çok büyük bir maliyet. Yapmış olduğumuz fizibilitelerde de bunu gördük. Bu kadar büyük bir proje yaparsanız bunu ısıtmak için büyük bir gelire sahip olmanız gerekecek. Bu da işletme için karlı bir şey değil. Afyon jeotermal kaynağı bol olan bir şehir ve ışık açısından da dünya da ikinci uzun ışık alan gün sayısına sahip. Dolayısı ile her iki materyalde burada. Jeotermal yapı ucuz maliyetli olması ile birlikte Afyon’da bu yatırıma karar verdik” şeklinde konuştu.

“SANIRIM DOMATESLERDE BU MÜZİĞİ ÇOK SEVDİ”

Son olarak domates üretiminde klasik müzik tekniğinin kullanılmasına değinen Özcan, bunun Hollanda’daki seralardan örnek alındığını kaydetti. Türkiye’de eşine ender rastlanan bir yöntemle domates üretimi yaptıklarını vurgulayan Özcan şunları söyledi:

“Yapmış olduğumuz fizibiliteler sonucunda klasik müziğin üretime faydası olduğunu öğrendik ve bunu da yaklaşık 6 aydır da deniyoruz. Hakikaten de 6 ay öncesi ile 6 ay sonrasını karşılaştırdığımızda üretimin kaliteli olduğumuz gözlemledik ve bu müziğe devam etmeye karar verdik. Artık seramızda belirli saatlerde klasik müzik çalıyoruz. Çalıştırdığımız işçilerinde yorumunu alarak Kuğu Gölü Balesini çalıyoruz. Onun müziği çalışanlarımız açısında da çok seviliyorum sanırım domateslerde bu müziği çok sevdi.”

28 Eylül 2015 Pazartesi

Siz Ne Yerseniz Bebeğiniz Odur!


Brezilya’da Rio Grande Pediatri Derneği (SPRS) anne adaylarını, beslenme alışkanlıklarının doğacak bebeklerini nasıl etkilediği konusunda uyaran çarpıcı bir kampanya hazırladı. Kampanya afişlerinde bebekler annelerinin memesini emerken görülüyor; fotoğraflarda annelerin memesinin yerinde ise büyük bir cheesburger, donut, gazlı ve şekerli içecekler gibi sağlıksız gıdalar resmedilmiş. Kampanyanın mesajı ise “Siz ne yerseniz çocuğunuz odur.” Kampanya anne adaylarının kötü beslenerek çocuklarına zarar vermelerini önlemeyi amaçlıyor. Devamında ise “Çocuğunuzun yaşamının ilk bin günündeki alışkanlıklarınız, onu ciddi hastalıklardan koruyabilir” mesajı yer alıyor.


Baylor College of Medicine’den pediyatri ve moleküler biyoloji ve insan genetiği bölümden Dr. Robert Waterland tarafından yapılan bir çalışma; hamile kadınların sağlıklı beslenmelerinin bebeklerinde tümörleri baskılayan bir gen varyasyonu geliştirmelerini sağladığını öne sürmüştü.


Öte yandan hamile bir kadının iyi beslenmemesi halinde, doğacak bebeğin bağışıklık sisteminin kanserle savaşan bu gen varyasyonunu aktive etme ihtimalinin daha düşük olduğunu belirtiyor.

(The Daily Mail)

11 Eylül 2015 Cuma

İnsanın Atası Olan Yeni Bir Tür Keşfedildi: Homo Naledi



Güney Afrika'da yapılan kazılar, şimdiye kadar varlığı bilinmeyen bir insan türüne ait kalıntılar ortaya çıkardı. Türün modern insanla benzeşen ilginç bir yönü bulunduğu saptandı.

"Homo Naledi" adı verilen insan türüyle ilgili açıklama, kazı çalışmalarında yer alan Johannesburg'daki Witwatersrand Üniversitesi uzmanlarından yapıldı.
Johannesburg yakınlarındaki bir mağarada 15 farklı vücuda ait fosilleşmiş iskelet parçaları bulunduğu kaydedildi. Türe, iskelet parçalarının bulunduğu yerle bağlantılı olarak Naledi dendi. Naledi, Güney Afrika'da konuşulan dillerden Sesothoca "yıldız" anlamına geliyor.

Portakal büyüklüğünde beyin

Yapılan incelemeler sonucunda "Homo Naledi" adı verilen türün portakal büyüklüğünde bir beyne sahip olduğu anlaşıldı. Yaklaşık 1 metre 50 santim boyundaki türün ağırlığı ise 45 kilo olarak belirlendi.
Araştırmada yer alan Wisconsin-Madison Üniversitesi uzmanı John Hawks, "Homo Naledi, ilkel atalarımızı andırıyor. Ama bununla birlikte şaşırtıcı şekilde insanla benzer yönleri de var" dedi.

Homo Naledi'nin en ilginç özelliği

"eLife" isimli bilim dergisinde yayınlanan bir araştırmaya göre "Homo Naledi" türünün el ve ayakları insan benzeri gelişmeye işaret ediyor. Bununla birlikte omuz ve kalçaların ilkel seviyede olduğuna dikkat çekiliyor.
"Homo Naledi" adı verilen türün en ilginç özelliğinin ise ölen yakınlarını gömmesi olarak belirlendi.

Deutsche Welle Türkçe

Sabahları Yatağınızı Toplamayın!

Pek çoğumuz ama annelerimizin baskısıyla ama yılların verdiği alışkanlıkla kalkar kalkmaz yataklarımızı topluyoruz. Ancak meğerse bunu yaparak sağlığımıza ağır zararlar veriyormuşuz da haberimiz yokmuş! Sonda söyleyeceğimizi başta söyleyelim, siz siz olun yatağınızı toplamayın. Neden mi?

Çocukluğunuzdan beri yatağınızın altında canavar olduğunu, olabileceğini en az bir kez düşünmüş ve korkmuşsunuzdur. Korkmayın canavarlar yatağınızın altında değil. Üstünde! Üstelik onları istemeden siz üretiyor da olabilirsiniz! Sabah uyanır uyanmaz işe ya da okula gitmeden önce hızlıca topladığınız yataklarınız tam bir canavar üretim merkezi! Nasıl canavarlardan bahsediyoruz peki? Aşağıda resmi olan küçük dostunuzla tanışın!



Bu bir toz akarı. Korkutucu görüntüsü sizi tedirgin edebilir ancak merak etmeyin gözle görmeniz mümkün değil. Kendisi çok küçük. Peki ne var bunda korkacak derseniz, bunlardan 1.500.000 tanesinin üstünüzde gezindiğini düşünün! Evet yanlış yazmadık tam bir buçuk milyon! Peki 1.500.000 toz akarını bir araya ne topluyor? Eğer sabah kalkar kalkmaz yatağınızı topluyorsanız, toz akarlarına "Millet toplanın parti var!" demiş oluyorsunuz.

Kensington Üniversitesi araştırmacıları 2005'ten bu yana toz akarları üzerinde çalışıyorlar. Toz akarlarının en sevdiği besin kaynağı, üstümüzden dökülen deri parçaları. Her kaşındığımızda ve sabit durduğumuz her noktada ardımızda toz akarlarının yutabileceği deri parçacıkları bırakıyoruz. Bunu da en çok yatarken yapıyoruz. Ancak toz akarlarının bu parçaları yemek için toplanması adına uygun şartların oluşması gerekiyor. Bunun için de en uygun koşulları istemeden biz sağlıyoruz. Gece üstünde yatılmış, hafif terlenilmiş, pek çok deri parçası dökülmüş bir yatağı toplayıp üstünü örterseniz en az 1.500.000 toz akarının bir araya toplamış oluyorsunuz. Bu haber muhtemelen annelerinizin hoşuna gitmeyecek ama araştırmacıların tavsiyesi kalktığınızda yatağınızı olduğu gibi bırakıp bütün gün boyunca havalanmasını sağlamak. Böylece toz akarları beslenmek için yatağınızda toplanamıyorlar! En iyisi mi bırakın dağınık kalsın...

Radikal

1 Eylül 2015 Salı

Times: Kuran, Muhammed Peygamber'den Önce Yazılmış Olabilir


İngiltere'de yayımlanan Times gazetesi, Birmingham Üniversitesi kütüphanesinde bir ay önce bulunan bir Kuran parşömeni üzerinde yapılan karbon testlerinin, Kuran'ın Muhammed Peygamber'den önce yazılmış olma ihtimalini gündeme getirdiğini yazdı.

Birmingham Üniversitesi'ndeki Kuran parşomeni, Orta Doğu'dan 100 yüz yıl kadar önce gelen birçok kitap ve belgenin yer aldığı bir koleksiyonda bulunmuştu.

Gazeteye göre söz konusu parşömene, hangi yıllara ait olduğunu belirlemek için Oxford Üniversitesi'nde karbon testi yapıldı.

Habere göre, testler, söz konusu parşomenin 568 ve 645 yılları arasındaki bir tarihte yazıldığına işaret ediyor.
Peygamber'in doğum tarihi olarak 570 (bazı kaynaklara göre 571) ölüm tarihi olarak da 632 yılları veriliyor.
Haberde şöyle deniyor:

"Bu verilere göre bu parşömen en geç tarih olarak, üçüncü Halife Osman'ın emriyle ilk Kuran'ın derlendiği 653 yılından öncesine ait. En erken tarih olarak ise Muhammed'in çocukluk dönemine ait. Hatta Muhammed Peygamber'in doğumundan öncesine."

"Tarihçi ve "The Shadow of The Sword" (Kılıcın Gölgesi) adlı kitabın yazarı Tom Holland, İslam'ın kökenine ilişkin bilgilerin şüpheli hatta yanlış olduğuna ilişkin bulguların artmakta olduğunu söyledi."
"Bu özellikle MS 800'den sonra derlenen tarihi kaynaklarda tanımlandığı şekliyle Muhammed Peygamber'in çağdaşlarınınkine benzer bir siyasi düzen ve yaşam tarzı kurmaya çalışan ve takipçileri arasında El Kaide ve IŞİD'in de bulunduğu Selefiler için zor bir durum."

"Holland, 'Bu, en hafif ifadesiyle, Kuran'ın nasıl ortaya çıktığını kesin olarak bildiğimiz düşüncesini sarsıyor ve bunun Muhammed ve sahabeleri üzerinde de etkileri olabilir' diyor.
"Ancak Oxford Üniversitesi Bodleian Kütüphanesi'nden Dr. Keith Small ise, karbon testlerinin her zaman güvenilir olmadığını geçen ay (Birmingham'da bulunan Kuran parçasıyla ilgili olarak) açıklanan tarihlerin mürekkebe değil parşömene ait olduğuna dikkat çekti. Metnin kaynağı da belirsiz ve kaligrafisi sonraki dönemlere ait yazmaların özelliğini taşıyor. Dr. Small bununla birlikte tarihlerin muhtemelen doğru olduğunu ve bunun İslam'ın kökeniyle ilgili soru işaretleri doğurabileceğini söylüyor."

Gazete bazı Müslüman din adamlarının ise iddialara karşı çıkarak, aksine bulunan parşömenin varlığının Kuran'ın kökenine ilişkin geleneksel bilgileri güçlendirdiğini söylediklerini vurguladı.

Birmingham'da En Az 1370 Yıllık Kuran Bulundu





İngiltere'deki Birmingham Üniversitesi'nde dünyadaki en eski Kur'an-ı Kerim olabileceği düşünülen kitaptan bazı bölümler bulundu.
Karbon 14 tarihleme metoduyla yapılan incelemeler, kitabın en az 1370 yıllık olduğunu gösteriyor.
British Library'deki uzmanlardan Dr. Muhammad Isa Waley, "heyecan verici bu keşfin Müslümanlar için çok büyük bir sevinç kaynağı olduğunu" söyledi.
Söz konusu Kur'an'ın, yaklaşık yüz yıldır üniversite kütüphanesinde olduğu ve farkedilmediği belirtildi. Kitap, dünyadaki en eski Kur'an Kerim'den bölümler olduğu belgelenmemiş halde, Orta Doğu bölgesinden diğer birçok kitap ve belgelerin yer aldığı koleksiyonda bulundu.
Bir doktora öğrencisinin, koyun veya keçi derisinden parşömene yazılmış olan kitabın parçalarını dikkatle incelemesinden sonra, karbon 14 tarihleme yöntemi uygulanması kararlaştırıldı ve büyük heyecan uyandıran, bu yazıların bugüne dek ulaşmış en eski Kur'an-ı Kerim'e ait olabileceği sonucu ortaya çıktı.

Yapılan tahliller, parşömenin yüzde 95 olasılıkla, 568 ile 645 yılları arasındaki dönemden kalmış olduğunu gösteriyor.
Birmingham Üniversitesi özel koleksiyonlar bölümü başkanı Susan Worrall, araştırmacıların, kitaptan geriye kalmış bölümlerin bu denli eski olabileceğini "hayal bile edemediklerini" söylüyor. Üniversitenin Hristiyanlık ve İslamiyet dalı öğretim üyelerinde Prof. David Thomas da, "bu kitabı yazmış olan şahsın o dönemde yaşamış, Muhammed Peygamber'i görmüş, hadislerine tanıklık etmiş olabileceğini" belirtti.
Hicaz Arapçasıyla yazılmış olan Kur'an bölümlerinin "çok güzel ve şaşırtıcı derecede okunaklı durumda" olduğu kaydedildi. Birmingham Merkez Camii imamı Muhammad Afzal da, "üniversitede bulunan Kur'an bölümlerini görmekten mütehassis olduğunu" söyledi. Mingana Koleksiyonu adıyla anılan 3.000'i aşkın belge ve kitap, 1920'lerde, Musullu Keldani rahip Alphonse Mingana tarafından derlenmişti. Mingana, koleksiyon malzemesi derlemek üzere varlıklı iş adamı Edward Cadbury tarafından Orta Doğu'ya gönderiliyordu.

4 Temmuz 2015 Cumartesi

Rus Kadınının 100 Yıllık Değişimi

Modanın ve kadınların 100 yıl içinde geçirdikleri değişimi gözler önüne seren ve bu sayede dikkatleri üzerine çeken 'Güzelliğin Yüzyılı' isimli proje, bu defa Rusya'yı mercek altına aldı.

Daha önce ABD, İran ve Hindistan'daki kadınların 100 yıl içinde yaşadıkları değişimi hazırladıkları video ile gözler önüne seren ekip, son olarak Rusya'yı mercek atına aldı.
1910 yılından itibaren ülkedeki modanın ve buna bağlı olarak kadınların değişimini inceleyen ekip, zamanın ruhuna göre değişen moda anlayışını gözler önüne serdi.

Cut.com tarafından hazırlanan proje kapsamında kamera karşısına geçen manken Anya Zaytseva'ın değişimi, Çarlık Rusyası'ndan Komünist rejime, ondan da günümüze kadar uzanan değişimi 10'ar yıllık periyotlarla inceliyor, çalışma, 2010'lu yıllarda son buluyor.

İşte sosyal medyada büyük ilgi gören o çalışma:






30 Haziran 2015 Salı

Işık Neden Hapşırmayı Tetikler?


Bazı insanlar karanlıktan yoğun ışığa geçtiğinde refleks gereği hapşırır.

Manchester Üniversitesi’nde patoloji uzmanı Emyr Benbow 1991’de Britanya Göz Hekimleri Dergisi’ne yazdığı mektupta “Küçük ve önemsiz semptomlar bile adı konulduğunda, o konuda fazla bir bilgi sunmuyor olsa bile daha kolay tolere edilebilir” diyordu. Benbow, kendisinin de mustarip olduğu ışık kaynaklı hapşırma refleksinden söz ediyordu. Bunun “normal insanlarda görülebileceğini” öğrendiğinde rahatlamıştı biraz.

Bu konudaki ilk araştırma 1950’lerde Fransız araştırmacı Sedan tarafından yapılmış. Göz muayeneleri için kullanılan lambayı bu hastaların gözüne tuttuğunda hapşırdıklarını görmüş. İncelediği altı hasta güneş ışığına, fotoğraf makinalarının flaşına ve biri de ultraviyole ışığa ilk maruz kaldığında hapşırıyordu.
1964’te doktror H C Everett bu sendroma “ışık kaynaklı hapşırma refleksi” adını vermiş ve Nöroloji dergisine bu konuda bir makale yazmıştı. Everett dünya nüfusunun yüzde 17 ila 35’inin bu sendromdan etkilendiğini tahmin ediyordu.
Bu refleksin eskiden beri bilindiği görülüyor. Yunan filozof Aristoteles bile bir kitabında bundan söz etmiş, ancak kaynağını ışık yerine ısıya dayandırmıştı.

Bu soruna yol açan gen cinsiyetle ilgisi olmayan bir kromozomda bulunuyor ve sadece anneden ya da babadan geçmesi yettiği için dominant bir gen olarak adlandırılıyor.

2010’da Nicholas Eriksson öncülüğünde bir grup genetikçi, bu refleksten sorumlu olabilecek iki adet tek nükleotid polimorfizm (SNP) tespit etmişti (rs10427255 ve rs11856995). SNP’ler insanın genetik diziniminde tek harfteki değişikliğe işaret ediyor. Bunlardan biri ışık kaynaklı epilepsi nöbetine neden olan bir genin yakınında bulunuyor.
Fakat araştırmacıların topladığı bilgilere rağmen gözdeki ışık etkisinin neden hapşırmaya yol açtığı tam olarak bilinmiyor. Fakat ihtimallerden biri, gözlerle burunu birbirine bağlayan beşinci kafa siniri ya da üç ikiz siniri (trigeminal) üzerinde yoğunlaşıyor.

Bir başka ihtimal ise otonom sinir sistemine ait ya da “parasempatik genelleme” olarak bilinen bir işlemin sonucu olabilir. Parasempatik sinir sistemi vücudun sindirim, boşaltım, vücut salgıları ve cinsel uyarılma gibi otomatik işlemlerini düzenliyor. Bir uyarıcı vücudun bir yerindeki parasempatik sinir sistemini uyardığında bunun diğer bölgelerdeki parçaları da harekete geçiyor. Yani ışığa maruz kaldığında gözbebekleri küçülürken bu etki burun mukoza zarında salgıya ve tıkanmaya ve bunun tetiklediği bir hapşırmaya yol açabilir.
Işık kaynaklı hapşırma basit ve önemsiz gibi görünebilir. Fakat Benbow’un 1991’de yazdığı mektupta belirttiği gibi belli durumlarda bu refleks tehlike oluşturabilir. Örneğin uzun süre karanlık bir tünelde araba sürdükten sonra gün ışığına çıkmak hapşırma refleksini tetikleyebilir ve hapşırma sırasında yaşanan anlık körlükle birleştiğinde bu durum tehlikeli olabilir. Ayrıca beysbol oyuncuları ve akrobatlar açısından da aynı tehlike söz konusudur.

Jason G Goldman
BBC Future

Neydi-Ne Oldu










24 Haziran 2015 Çarşamba

24 Haziran


'İstanbul'da üniversite öğrencileri, Amerika Birleşik Devletleri 6.Filosu'nun ziyaretini protesto etti.'

[24 HAZİRAN 1967]

Aurora Borealis








Kutuplara yakın bölgelerde gözlenen atmosfer olayı, bu kez Amerika Birleşik Devletleri'nde gözlendi. Minnesota eyaletinde gökyüzü, kırmızı, yeşil ve sarı renkteki ışıklarla aydınlandı.

Nefes kesen doğa olayı, Güneş'teki patlamalarla uzaya saçılan parçacıkların dünyanın manyetik alanıyla etkileşime girmesi sonucu meydana geliyor.

Güneş’in yüzeyinde pazar günü gerçekleşen patlamaların etkisi önceki dün dünyaya ulaşmıştı. Amerikalı uzmanlar, 2005 Eylül’ünden beri görülen en şiddetli patlama ile karşılaşmış olabileceklerini belirtmişti.

22 Haziran 2015 Pazartesi

En Huzurlu Ülkeler Belli Oldu



Ekonomi ve Barış Enstitüsü dünyanın en huzurlu ülkeleri sıralamasını yayımladı.
Barış, huzur, ticaret, kültür, ekonomi ve politika gibi faktörler gözönünde bulundurularak yapılan araştırmada ayrıca, ülkelerin kendilerinde ya da bulundukları bölgelerdeki savaş durumları ve ülkelerin savaşlara katılımları önemli rol oynuyor.

Araştırmada, Charlie Hebdo ve sonrasında yaşanan saldırıların Fransa'daki huzuru azalttığı görülürken, Yunanistan'ın ekonomik sıkıntılara rağmen 22 basamak yukarı çıktığı dikkat çekiyor.

Listenin son sırasında ise Suriye bulunuyor. Libya ve Ukrayna bir önceki yıla oranla huzuru en çok düşen ülkeler olurken, araştırmada dünyanın gayrisafi milli hasılasının yüzde 13'ünün savaşlara harcandığı da belirtiliyor.
Araştırma kapsamında incelenen 162 ülkenin 81'inde huzur artarken, 78'inde ise azaldığı görülüyor. En huzurlu 20 ülkenin 15'i Avrupa'da bulunuyor.

Yayımlanan raporda, Türkiye Avrupa ülkeleri arasında 36. ve son sırada yer alırken dünyada ise 162 ülke arasında ancak 135'inci oldu.

Raporda, başkent Kopenhag'da 14 ve 15 Şubat'ta yaşanan iki terör saldırısına rağmen Danimarka'nın, sıralamasının değişmediği dikkat çekiyor.

Küresel Barış Endeksi'ne göre İzlanda ve Danimarka dünyanın en huzurlu iki ülkesi olmayı sürdürüyor.

İşte dünyanın en huzurlu 10 ülkesi:



1.   İzlanda
2.   Danirmarka
3.   Avusturya
4.   Yeni Zelanda
5.   İsviçre
6.   Finlandiya
7.   Kanada
8.   Japonya
9.   Avustralya
10. Çek Cumhuriyeti



NTV

18 Haziran 2015 Perşembe

Çevre Dostu Karga


İzmir Kültürpark'ta yaşayan bir karga, yeşil alana bırakılan strafor tabağı, içinde bırakılan az miktardaki pilavı yedikten sonra, ağzıyla götürüp çöpe attı.
Yeşil alan üzerine bırakılan tabaktaki pilavı gören karga, önce içindeki pirinçleri yiyerek karnını doyurdu.

15 Haziran 2015 Pazartesi

Uçaklar Dik Kalkış Yapabilir Mi?


Dik kalkış yapan uçak gördünüz mü? Uçakların böyle bir manevra yapabileceğini düşünmemişsinizdir.
Boeing uçaklarının en yeni modellerinden 787-9 Dreamliner uçağı Paris Hava Gösterisi için prova yaparken görüntülendi. Normal kalkış yapan uçak birden dikey bir şekilde yükselmeye başlamıştı.

İzlemek için tıklayınız: https://youtu.be/KYbM-3E11Qo

Böyle bir kalkışı normal havaalanlarında göremezsiniz elbette. Dik tırmanış büyük bir hava direnci yaratır, çünkü uçak ileri doğru giderken daha az aerodinamik bir konumdadır. Bu uçağın hızını azaltır ve durma noktasına yaklaştırır.
Peki böyle büyük bir uçak nasıl oluyor da böylesine aşırı bir açıda havada kalabiliyor?


Bunun sırrı kanatların altındaki iki büyük General Electric motorunda yatıyor. Birden fazla motoru olan tüm uçaklar motorların tümünü kullanmadan kalkış yapma gücüne sahip olması gerekir. Yani eğer uçağın iki motoru varsa kalkışı tek motorla, dört motorluysa üç motorla yapabilmelidir.
Boeing 787’lerde her iki motorun normal çalışması demek epeyce büyük bir yedek gücün ihtiyaç olduğunda kullanılabilmesi demek. Herhangi bir yolcu ve kargo taşınmıyor olması da ekstra güç sağlamış oluyor.

Paris Hava Gösterisinde insanlar bu türden görüntüleri izlemek için epey para ödüyor.
Amerikan Donanmasına bağlı P-8 Poseidon uçağının yaptığı benzer bir gösteriyi izlemek için buraya tıklayın: https://youtu.be/CoU0fbOicNk


Askeri uçaklar sesten hızlı uçabilen ve manevra yeteneği yüksek araçlardır. Bu nedenle bu türden dik kalkışları daha rahat yapabilirler.
1950’lerden 80’lere değin kullanımda olan İngiliz Hava Kuvvetlerine bağlı BAC Lightning avcı uçakları bu rahat dik kalkışlarıyla tanınıyordu. Bu uçakları kullanan pilotlar kendilerini rokete binmiş gibi hissettiklerini ifade ediyordu.

 Bu bağlantıdaki son videoda bu kalkışı görebilirsiniz: https://youtu.be/rfVjgn-mY7k

Stephen Dowling / BBC Future

Osmanlı Tarihi'nde Efsaneler ve Gerçekler

Halil İnalcık tarafından kaleme alınan Osmanlı Tarihinde Efsaneler ve Gerçekler adlı kitapta tarihin tozlu sayfalarında büyülü bir gezinti sizleri bekliyor.

Prof Halil İnalcık, Cambridge Uluslararası Biyografi Merkezi tarafından dünyada sosyal bilimler alanında sayılı 2000 bilimci arasında gösterilmiştir. Ayrıca Harvard Üniversitesi gibi seçkin birçok üniversitede ders veren ve birçok ödüle layık görülen İnalcık, dünya üniversitelerinde okutulan bir isim haline de gelmiştir. 1992’de Bilkent Üniversitesi’nde lisansüstü okutulacak Tarih Bölümü’nü kurması istenen İnalcık çalışmalarına burada devam ediyor.

Türkmenler, Osmanlı İmparatorluğunun kuruluşu, İstanbul ve Boğazlar’ın fethi, Kösem Sultan’ın hayatı ve bunlar gibi daha birçok Osmanlı efsanesi gerçekler ile su yüzüne çıkıyor.

Bu kitap sayesinde, okul hayatınız boyunca size öğretilenlerin üzerine daha fazla bilgi koyabilir ya da belki bildiklerinizin sadece bir efsaneden ibaret olduğunu görebilirsiniz.

14 Haziran 2015 Pazar

Penis Nakli Yapılan Genç Baba Oluyor

Güney Afrika'da penis nakli yapılan 21 yaşındaki gencin baba olacağı açıklandı.

Ameliyatı yapan doktor Andre van der Merwe, BBC'ye açıklamasında adı açıklanmayan gencin kız arkadaşının dört aylık hamile olduğunu ve "bu gelişmenin operasyonun işe yaradığını gösterdiğini" söyledi.

Dünyanın ilk penis nakli yapılan insanı olan genç sünnet sırasında cinsel organını kaybetmişti. Stellenbosch Üniversitesi ve Tygerberg Hastanesi cerrahları Aralık'ta dokuz saat süren operasyonla, bağışlanan bir penisi hastaya nakletmişti.Dr Van der Merwe gencin kız arkadaşının hamile kalmasına çok sevindiğini, babalık testine gerek görmediğini, zira çifte inanmamak için bir neden olmadığını söyledi.
Der Merwe, "Ameliyatla amaçladığımız da buydu; idrarını yapabilmeli ve cinsel ilişkiye girebilmeliydi. Kısır olmasını beklemiyorduk. Çünkü sorun testiste değil penisindeydi" dedi.

Penisi bir santimetre kalmıştı

Dr Van der Merwe, cerrahi ekibin operasyonla ilgili henüz değerlendirme yapmadığını, buna bağlı olarak yeni penis nakli operasyonları gerçekleştirebileceklerini söyledi. Sünnet sırasında 18 yaşında olan gencin penisi yanlış müdahale sonucu bir santimetreye inmişti. Ameliyat sırasında ince damarları sinirlere bağlamak için yüz nakli operasyonlarındakine benzer bir teknik kullanıldı. Daha önce bazı ülkelerde penis nakli denenmişti. Çin'de yapılan bir operasyon başlangıçta başarılı olmuş ancak daha sonra vücut penisi reddetmişti. Doktorlar, Güney Afrika'nın penis nakline en fazla ihtiyaç duyulan ülkelerden biri olduğuna dikkat çekiyor. Geleneksel sünnet törenlerinde her yıl onlarca - bazılarına göre yüzlerce - çocuk ölüyor ya da sakat kalıyor.

BBC Türkçe

Bu Tabloda 8 İnsan Yüzü Gizli


Ressam Şaziment Duran’ın farklı açılardan bakıldığında 8 insan yüzünü bir araya getirme başarısını gösterdiği ve Türkiye’de ilk olan ‘Diriliş’ tablosu, İtalya’dan teklif aldı.

Yıllardır birçok başarılı tabloya imza atan İzmirli ressam Şazıment Duran’ın son tablosu Diriliş içerisinde barındırdığı birbirinden farklı yüzlerle dikkat çekiyor. Optik yanılsamalar ve ışık oyunlarının uygulandığı tabloda resim farklı mesafe ve açılardan görsel çeşitliliği artırıyor. Sırlarla dolu resimde tam 8 değişik insan yüzü gizli olarak bulunuyor. Sanatçı Duran’ın tablosunda Da Vinci’nin tablosundaki gibi şekil ve ışık değiştikçe gizli yüzler de ortaya çıkıyor.

KAYBETTİĞİ BEBEĞİNİ DE TABLOYA YANSITTI

Tabloda kaybettiği bebeğini de resmeden sanatçı Şazıment Duran, hayatındaki dirilmesini istediği sevdiklerini tabloya yansıttığını anlattı. Yola çıkış öyküsünü paylaşan Duran, “Birgün Paskalya kutlaması vardı ve Ortodoks Kilisesi’ne davetliydim. Orda Peder’in söylediği sözler çok etkiledi beni. İsa’nın tekrar dirilme ümidini anlatıyordu. Ve ben de eve geldim çalışmaya başladım. 18 saat boyunca çalıştım, tüm hayatımdaki dirilmesini istediğim her şeyi annemi, babamı, çocuklarımı yaşamımda kimler varsa onları yaptım. Bir bebeğimi kaybetmiştim yıllar önce, onu da orada resmetmek istedim. Herkes her şeyin dirilmesini istiyor, insanlar kaybettiklerinin de dirilmesini istiyor. O etkilenme içinde 18 saat içerisinde bitirdim” dedi.

“IŞIK DEĞİŞTİKÇE DİRİLEN YÜZLER DE DEĞİŞİYOR”

Tablonun çok ilgi çektiğini aktaran ressam Şazıment Duran, şöyle devam etti:

“Bebeğin gözleri hareket ediyor. Bir yerden baktığınıza ışık kırılmalarında uyuyor, diğer yerden baktığında ‘acıktım mama ver’ diyor. Yani o kadar hareketli. Işığı ayarlamak tabi benim için o an zor olandı. Ama 18 saat uykusuzluğuma değdi ve güzel bir tablo çıktı. Günün her saatinde tablodaki dirilişleri görebilirsiniz. Bir yüzün dirildiğini göreceksiniz orda, biz onu yansıtmaya çalışıyoruz zaten. Bütün resimler ışık ve gölge oyunudur. Siz o ışığın ve gölgenin gelmesiyle neler yansıtıldığını, olayın ortaya çıkışını görürsünüz. Ben o ışık gölge oyunları ile biraz fazla oynadım. Işık değiştikçe dirilen yüzler de değişiyor.”

TÜRKİYE’DE İLK

Tabloda 8 normal suret olduğunu anlatan Duran, “Sekiz tane normal suret var. 6 tanesi normal ışıkla baktığınızda görülüyor, diğerleri optik kırılmalarla görülüyor. Bir tane de sırrımız var içeride esas konu o zaten. Bunu ancak optik kırılmalarla görebilirsiniz. Da vinci çok beğendiğim ressamdır. Bütün ressamlar bu ışık ve gölge oyununu uygularlar. Bütün yaptıkları resimlerde kırılma vardır. Daha önce yapıldı mı yapılmadı mı bilmiyorum. Bir tablo üzerinde 9 suret yapıldı mı bilmiyorum ama varsa çıkabilir. Şu ana kadar ilk olduğunu söyleyebilirim” ifadelerini kullandı.

Duran tablosunun İtalya’da bir sergide sergilemek için davet edildiğini ve Ekim ayında ’Diriliş’ tablosunun yurt dışındaki sanatseverlerle buluşturmanın heyecanını yaşadığını ifade etti. 

NTV Haber

Hallâc-ı Mansûr


''Işığın olmadığı yerde gölgeler,
Gölgenin olmadığı yerde güneşler olur mu?
Güneşin olmadığı yerde insanlar,
İnsanların olmadığı yerde cennet olur mu?
Cennetin olmadığı yerde ateşler,
Ateşten köprüler üzerinde ayak izleri
Çiğnenmiş toprağın olmadığı uzak yerlerde
Çağlayan ırmaklar olur mu?
Ruhların olmadığı yerde yaşam,
Yaşamın olmadığı yerde zaman olur mu?
Zamanın durduğu yerde Sen,
Sen'in olmadığı tek bir rüyam olur mu?''

                                    En-el Hak Gizli Öğretisi

13 Haziran 2015 Cumartesi

''Bölge Yeniden Dizayn Ediliyor, IŞİD Maşa''

"Biz Suriye devrimine tüm gücümüzle destek verdik. Esed belasını defetmekten öte herhangi bir gayemiz de olmadı. Ancak süreç ilerledikçe yeni denklemler oluştu.

Önce IŞİD büyük bir gürültü kopararak özgürleştirilmiş bölgeleri işgal etti. Sonra ABD ve küresel güçler oyuna dahil oldu. Suriye halkına 4 yıldır yapılan olağanüstü katliamlarına göz yumanlar, bir anda Kürtleri vahşi IŞİD’in elinden kurtaran hümanistlere dönüşüp bölgeye müdahele etti. IŞİD koalisyon tarafından yenilgiye uğratılarak bölgeden çekiliyor. Onlardan boşalan yerlere ise hemen hiç kayıp vermeden ilerleyen YPG yerleşiyor. IŞİD’in olmadığı köyler dahi koalisyon uçakları tarafından vuruluyor.

Bu çok net olarak demografik yapıyı yeniden şekillendirme çabasıdır. Şu ana kadar en az 300 Arap ve Türkmen köyünü ele geçirdiler. Bize bu durumda iki seçenek bırakıyorlar; yeni oluşturulan Kürt Ulusal Kantonu'nda YPG hükümranlığı altında yaşamak veya Türkiye’ye göç etmek."

                         Cephe Suvvar Tel Abyad Komutanı Dr. ÖMER DEDE

Koruncuk Vakfı - Her Çocuk Sevgiyle Büyümeli

Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği

Müzik:FAZIL SAY

Hürriyet Nedir?

                          Hürriyet, bazen gidilmez denilen yerlere gitmektir...
                                          ...Bazen sadece eve dönebilmek.

                                                        Hürriyet (2004)

'Fatih ve Şehzadesi' Tablosuna Yakın Markaj

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı, dünya müzayede devi Sotheby’s tarafından açık artırmayla satışa sunulan İtalyan ressam Gentile Bellini’nin “Fatih ve Şehzadesi” adlı yağlı boya tablosunu yakın markaja aldı. Tabloya 300-400 bin sterlin fiyat biçiliyor. Kültür Bakanlığı yetkilileri, “Müzayedeleri takip eden araştırma kurulumuz Fatih ve Şehzadesi tablosunu değerlendirecek” dedi. Ressam Işık Çuhacıoğlu, “Türkiye için devrim niteliğinde bir resim. Bakanlık satın almalı” diye konuştu.

                                                        Habertürk

The Divine Geometry

                                                   by Alexey Kljatov